Header Reklam
Header Reklam

İklim Değişikliği ve Enerji Yoksulluğu Gölgesinde Küresel Yenilenebilir Enerji Politikalarına Genel Bakış

10 Haziran 2014 Dergi: Mayıs-Haziran 2014

Dr. Cenk Sevim, Enerji Uzmanı

Dünya Enerji Konseyi Türk Milli Komitesi Üyesi

 

Dünyamızda atmosfer olaylarına bağlı oluşan doğal afetlerin toplam doğal afetler içindeki oranı yaklaşık % 84’tür. Günümüzde yaşanılan bu doğal afet sebeplerinin merkezinde hızlı iklim değişikliği sorunu yer almaktadır. Hızlı iklim değişikliği sorunun kökleri araştırıldığında karşımıza yüksek bir ivme ile artış gösteren karbondioksit (CO2) emisyonları çıkmaktadır. CO2 emisyonunu yaratan kaynakların oransal dağılımları % 44 enerji üretim teknolojileri ve % 22 oranında ulaşım teknolojileridir. Bu bakış açısıyla hızlı iklim değişikliği sorununun temelinde kullanmakta olduğumuz fosil enerji kaynaklarına dayalı enerji paradigmasının bulunduğu kabul edilebilir. Ya da başka bir ifadeyle doğal afetler, hızlı iklim değişikliği, CO2 emisyonları ve enerji iç içe geçmiş adeta bir matruşkayı andıran kavramlar olarak düşünülebilir.

 

21. yüzyılda küresel ölçekte hızlı iklim değişikliği konusunda uluslararası farkındalık yaratılmış ve buna bağlı olarak da uluslararası ölçekte çok taraflı çeşitli çalışmalar yürütülmüştür. Hızlı iklim değişikliğine neden olduğu belirtilen fosil enerji teknolojileri başta olmak üzere, günümüzde kullanılan enerji teknolojilerinin yerini yeni enerji teknolojilerinin alması gerektiği yönündeki politik ve teknik düzeydeki tartışmalar kısmen de olsa ekonomik sonuçlar oluşturma aşamasına gelmiş durumdadır. Ancak iklim değişikliği alanında belirlenmiş olan hedeflere ulaşılamamış ve Kyoto Protokolü pek başarılı olamamıştır. Ayrıca günümüzde uluslararası ölçekte net bir aksiyon planı da bulunmamaktadır.

 

Günümüzde uygulanmakta olan enerji politikalarında değişiklik olmaması halinde mevcut eğilim uzun dönemde küresel sıcaklığın 6 oC artmasına sebep olacak bir noktadır. İklim rejiminin bugünkü halinin korunabilmesi için maksimum küresel sıcaklık artışının 2 oC olması gerekmektedir. Bu konuyla ilgili uluslararası kamuoyunda ortak görüş ve fikir birliğine ulaşılmıştır. Ancak şuan için uluslararası anlamda bağlayıcılığı olan bir karar yoktur. Bu konuda bağlayıcılığı olan bir karar olmazsa mevcut ve yeni yapılacak enerji yatırımlarına müdahale şansı kalmayacaktır. Çevresel faktörler dikkate alınmadan bugün yapılan enerji yatırımları 2030’a kadar oluşacak CO2 emisyonlarının % 80’nini oluşturmaktadır. Çünkü enerji yatırımlarının ortalama ekonomik ömrü 20-30 yıl arasındadır. 2012 yılı, son 800 bin yıl boyunca atmosferdeki karbondioksit miktarının en üst seviyeye ulaştığı yıl olmuştur. Günümüzde küresel iklim değişikliği konusunda küresel sıcaklığı 2 oC ile sınırlama fırsatı neredeyse tamamen yitirilmiş durumdadır.

 

Hızlı iklim değişikliği problemi konusunda uluslararası bağlayıcılığı olan bir kararın alınamamasındaki temel neden gelişmiş ülkelerle gelişmekte olan ülkeler arasında ortak görüş birliğine varılamamasıdır. Gelişmekte olan ülkelerin konuyla ilgili olarak gelişmiş ülkelere karşı oluşturdukları temel argüman mevcut CO2 emisyonun birikim nedeninin bugünün gelişmiş ülkeleri olduğu ve söz konusu ülkelerin mevcut ekonomik güçlerine ulaşma yolunda günümüzde karşı karşıya kaldığımız CO2 emisyonu sorununu yarattıklarıdır. Ayrıca gelişmekte olan ülkeler iklim değişikliği konusunda bağlayıcılığı olan uluslararası bir anlaşmanın kendi ekonomik gelişimlerine engel oluşturabileceği yönünde çok ciddi endişeler taşımaktadırlar. Başta AB ülkeleri olmak üzere gelişmiş ülkelerde iklim değişikliği sorununun tüm dünyanın problemi olduğu ve sürdürülebilir kalkınma modelleriyle de ekonomik gelişmenin sağlanabileceği konusunda gelişmekte olan ülkeleri ikna etmeye ve uluslararası bir uzlaşı oluşturmaya çalışmaktadırlar. Ancak günümüzde yaşanmakta olan küresel ölçekteki ekonomik problemler ve enerji-politik alanındaki gelişmeler nedeniyle ne yazık ki hızlı iklim değişikliği sorunu devletlerin ajandalarında alt sıralara doğru düşüş göstermektedir.

 

Günümüzde yüz yüze olduğumuz ve iklim değişikliği kadar önemli kabul edilen bir diğer küresel problem de enerji yoksulluğudur. Dünya Bankası’nın verilerine göre, günümüzde dünyada yaklaşık 2 milyar insan mutlak sefalet içinde yaşamaktadır. Asya kıtasında yaklaşık 900 milyon insanın günlük geliri 1,25 doların altında bulunmaktadır. Dünyada yaklaşık olarak 1 milyar insan açlık çekmekte olup bu insanların 300 milyonu Sahra-Altı Afrika’da ve 650 milyonu da Asya-Pasifik bölgesinde yaşamaktadır. 20. yüzyılın sonunda dünyanın en zengin % 20 nüfusuyla, en fakir % 20’nin arasındaki gelir ve refah farkı 1/59 olarak hesaplanmıştır. Bu oran 1980’de 1/45, 1970’de 1/32 ve 1960’da ise 1/30’du. Günümüzde zengin ve fakir bölgeler arasındaki gelir farkı giderek artmaktadır.

 

Dünyada yaklaşık 1,3 milyar insan elektriğe ulaşamamaktadır. Bu kişiler enerji yoksulluğu içinde yaşamaktadırlar. Afrika’da yaşamakta olan 800 milyon insanın elektrik tüketimi sadece New York şehrinin elektrik tüketime eşittir. Küresel Gayri Safi Yurt İçi Hâsılanın sadece % 3’ünün enerji altyapısına ayrılmasıyla 1,3 milyar insanın elektriğe kavuşma imkânı bulunmaktadır. Büyük enerji tüketimlerinin olmadığı, enerji yoksulluğunun yaşandığı bölgelerin kısa sürede enerjiye erişimi, yatırım süresi konvansiyonel enerji teknolojilerine göre kısa olan rüzgar ve güneş enerji sistemleriyle sağlanabilir. Kesikli enerji üretim teknolojileri olan rüzgar ve güneş enerjisi santralleri bu bölgelerde yüksek ve sürekli enerji talebi olmaması nedeniyle ana güç santrali desteği olmaksızın gerek elektrik şebekesi haricinde lokal olarak ve gerekse elektrik şebekesi dahilinde kolaylıkla kullanılabilir. Ayrıca rüzgar ve güneş enerji sistemlerinin kullanılabilmesi için geniş elektrik şebekesi yatırımlarına ihtiyaç duyulmaması toplam yatırım maliyetlerini düşürücü bir faktör olmaktadır. Söz konusu enerji yoksulluğunun yaşandığı ülkelerde rüzgar ve güneş enerji yatırımları konusunda sağlanacak gerçek anlamdaki finansal ve teknolojik desteklerle enerji yoksulluğu kısmen de olsa ortadan kaldırılabilir.

 

Uluslararası Enerji Ajansı’nın (IEA) gelecek projeksiyonlarına göre CO2 salımı azaltma politikalarında doğalgaz ve yenilenebilir enerji teknolojileri kritik öneme sahiptir ve 2035 yılına küresel enerji talebinin karşılanmasında en büyük artışı gösterecek teknolojiler olarak ifade edilmektedir.

 

IEA raporlarına göre doğalgaz teknolojileriyle birlikte yenilenebilir enerji teknolojileri geleceğin enerji teknolojileri olarak ifade edilmektedir. Yenilenebilir enerji pazarının önünde küresel ölçekte iki temel bariyer bulunmaktadır. Bunlardan birincisi teknolojik diğeriyse ekonomiktir. Teknolojik bariyerin temelinde düşük emre amadelik oranları ve kesikli enerji santralleri olmaları nedeniyle elektrik şebekesi üzerinde yarattıkları gerilim dalgalanması riskidir. Bu konuda enerji depolama teknolojilerinin ve hidrojen teknolojisinin gelişmesi ayrıca enerji yoğunluğunun düşürülmesiyle önümüzdeki dönemde önemli yol alınabileceği öngörülmektedir.

 

Yenilenebilir enerji pazarıyla ilgili bir diğer bariyer de Avrupa’daki borç krizi kaynaklı ekonomik risk faktörüdür. Yenilenebilir enerji sektörü son 10 yıl içinde küresel ölçekte büyük bir büyüme göstermiştir. Söz konusu büyümeyi oluşturan temel dinamiklerin başında yenilenebilir enerji sektörüne sağlanan kamu destekleri ve teşvik mekanizmalarıdır ki söz konusu finansal desteğin çok büyük bölümü AB ülkeleri tarafından sağlanmıştır. Avrupa’da, yaşanılan borç krizi nedeniyle devletlerin yenilenebilir enerji sektörüne sağladıkları finansal desteği ve teşvik oranlarını çok hızlı bir biçimde düşürmesi halinde petrol ve doğalgaz sektörüne göre daha genç bir sektör olan yenilenebilir enerji sektöründe önemli dalgalanmalar ve problemler yaratabilir. Diğer taraftan enerji sektöründe sadece yenilenebilir enerji kaynaklarına değil fosil enerji kaynakları içinde çeşitli teşvik mekanizmaları uygulanmakta olup bazı ülkelerde petrol ve doğalgaz fiyatları suni olarak düşük tutulmaktadır. 2012 yılında fosil yakıtlara 523 milyar dolar teşvik sağlanırken, yenilenebilir enerji kaynaklarına sadece 88 milyar dolar teşvik sağlanmıştır. Fosil enerji kaynaklarına uygulanan yüksek orandaki teşviklerin düşürülmesiyle fosil enerji kaynaklarına dayalı yatırımların gerçek maliyetleri ortaya çıkabilecektir böylece yenilenebilir enerji kaynaklarının fosil enerji teknolojileriyle rekabet edebileceği ve daha hızlı gelişim gösterebileceği bir ortam oluşabilir.

 

Yenilenebilir enerji tercihini etkileyen önemli bir paradigma değişimi de Kuzey Amerika’da yaşanmaktadır ve bu değişimin dalgaları yavaş yavaş Atlantik Okyanusunun diğer kıyısını etkisi altına almaya başlamıştır. 2012’de dünyada kömür tüketimini en fazla arttıran ülkeler arasında ilk sırada Çin ve ikinci sırada Avrupa ülkeleri bulunmaktadır. ABD’de kaya gazı üretimi yaygınlaşmadan önce, kömürün ABD’deki enerji üretimindeki payı % 50 civarındaydı. Kaya gazı sonrasında ABD’de kömür fiyatları doğalgaz fiyatlarının üzerinde kalmaya başladı ve doğalgazın ABD enerji karışımındaki oranı artmaya başlamıştır. Böylece ABD enerji karışımı içinde % 50 olan kömür payı % 35’e düşmüştür. Bu değişim sonucunda da ABD kullanmadığı kömürü Avrupa’ya ihraç etmeye başlamıştır. ABD kaynaklı kömür ihracatı sonucu oluşan kömür bolluğuyla Avrupa’daki kömür fiyatları büyük oranda düşmüştür. Ekonomik krizin etkilerinin devam etmekte olduğu Avrupa, pahalı Rus doğalgazı ve gözden düşen nükleer enerji alternatifi yerine ucuz ABD kömürüne yönelmiş durumdadır. Diğer taraftan Rusya’nın Ukrayna ve Kırım konularında almış olduğu pozisyon Avrupa’daki “Rus gazının” yerine “ABD kömürü”’ tercihini de güçlendirecektir. Ancak bu strateji değişimi Avrupa’da karbon emisyonun artmasına sebebiyet vermiştir. Diğer taraftan ABD’nin kömürden doğalgaza dönüşü de ABD’nin karbon emisyon düzeyini aşağıya çekmiştir. Yaşanmakta olan bu paradoksal durum uluslararası arenada yenilenebilir enerji tercihinin önündeki bir diğer çeldirici olarak kabul görmeye başlamıştır.

 

Son söz olarak, kısa vadede enerji alanında küresel aktörlerin alacağı kararların temelindeki reaktif veya proaktif seçim modeli dünyamızın gelecekte nasıl bir olacağını da belirleyecektir. Günümüzde bölgesel ve küresel yenilenebilir enerjisi hedeflerine ulaşılabilmesi artık teknik bir meseleden ziyade politik ve ekonomik bir mesele haline gelmiş durumdadır.

 

Kaynaklar

-       Cenk Sevim, Küresel Enerji Politikalarındaki Yeni Dinamikler ve Yenilenebilir Enerji Politikaları, 3.Elektrik Ulusal Tesisat Kongresi,Güç ve Enerji Sempozyumu İzmir, Türkiye, Kasım 2013

-       Cenk Sevim, Rüzgâr Enerji Sektöründeki Tekno-Ekonomik Gelişmeler ve Türkiye Rüzgar Enerjisi Sektörü İçin Yol Haritası, Türkiye 12. Enerji Kongresi, Ankara, Türkiye, Kasım 2012

-       Cenk Sevim,Production Based CO2 Emissions and Wind Energy Market Developments for Turkey, 10th International Conference on Clean Energy (ICCE 2010), Gazimagusa, N.Cyprus, September 2010

-       World Energy Outlook 2013, IEA


Etiketler


Slider Altına