Enerji Sektörü ve ESG Yatırımcıları Uzlaşmalı

Bain & Company tarafından yayımlanan “Global Enerji ve Doğal Kaynaklar Raporu”nda enerji sektörü ve ESG (Çevre Toplum Yönetişim) yatırımcılarının enerji dönüşümünü gerçekleştirmek için nasıl birlikte çalışabilecekleri ifade ediliyor.
İklim değişikliği sorununu ve enerji ve kaynak dönüşümünü yönetmek adına iş modellerini yeniden tasarlamak durumunda olan, petrol ve gaz, altyapı hizmeti (elektrik, su ve doğalgaz), kimya, madencilik ve tarım gibi enerji ve doğal kaynaklara dayalı endüstriler için önümüzdeki beş yıl yoğun bir değişim dönemi olacak. Bazı yatırımcılar bu sektörlerdeki büyük ve köklü yapıların başarılı bir dönüşüm geçireceklerine inanmadıklarından dolayı, yatırımlarını ilgili firmalardan çekerek yeni ve tarihsel olarak daha az yüklü şirketlere aktarıyorlar. Bain’in ilk kez yayımladığı Global Enerji ve Doğal Kaynaklar Raporu’nda büyük ve köklü kuruluşları bu dönüşüm sürecinin dışında bırakmanın hata olacağı belirtiliyor.
“Hissedarlar ve ESG yatırımcıları enerji ve doğal kaynaklara dayalı iş yapan şirketlerin derhal harekete geçmesine yönelik isteklerini net bir şekilde ortaya koydular. Sürdürülebilirlik hareketi içerisinde hareketsiz kalmak artık bir seçenek değil” diyen Bain & Company İtalya ve Türkiye Direktörü ve EMEA Bölgesi Enerji ve Doğal Kaynaklar Hizmetleri Lideri Roberto Prioreschi sözlerine şöyle devam etti: “Eğer enerji dönüşümünde başarılı olmak istiyorsak, büyük ve köklü oyuncuların öncülük etmesi ve yolu açması gerekiyor.”
Bu yeni çalışmanın sonucu, enerji ve doğal kaynaklar sektörlerindeki büyük şirketlerin deneyimleri, yetkinlikleri ve ölçekleriyle, enerji geçişi süreci için gerekli kaldıraçlar olacağını gösteriyor. Ama sürece öncülük edebilmek için bu şirketlerin inovasyona yatırım yapmaları, dünyanın en zor bölgelerinde faaliyet göstermelerini sağlayan sosyal lisanslarını korumak üzere toplum ve çevre üzerindeki etkilerini yeniden tanımlamaları ve yeni yatırımlara sermaye bulabilmek adına yatırımcılara inandırıcı ve gerçekçi bir öykü sunmaları gerekiyor.
Net sıfır karbonlu bir dünya inşa etmek için gerekli sermayeyi güvence altına almak
Enerji şirketleri değişim konusunda sadece daha az karbon salımına yol açmalarını isteyen aktivist yatırımcıların değil, aynı zamanda sektördeki değişimi getireceklerine inanılan yeni oyuncuları destekleyen daha geniş bir yatırımcı havuzunun da baskısı altında bulunuyor.
Bain & Company Türkiye Yönetici Ortaklarından ve Enerji ve Doğal Kaynaklar Hizmetleri Lideri Volkan Kara şu değerlendirmeyi yaptı: “Son yıllarda sermayenin enerji ve doğal kaynaklar sektörlerine ilgisinin azaldığı, teknoloji, finans ve tüketici ürünleri gibi sektörlere yöneldiğini görmekteyiz. Halbuki enerji alanında sürdürülebilirlik transformasyonu gösteren büyük oyunculara yönelen yatırımcılar, kenarda oturan veya sermayesini başka yerlere taşıyan yatırımcılardan çok daha büyük bir etki yaratma potansiyeline sahip olacaklar. Sermaye ve yatırımlardaki bu hızlı değişim, enerji ve doğal kaynaklar sektörlerinin müşterileri, yatırımcıları ve aslında hepimiz için yeni alanlara yatırım yapmaları ve düşük karbon salımlı sürdürülebilir çözümler geliştirmeleri yönünde iş modellerini yeniden şekillendirmeleri gereken kritik bir zamana denk geliyor.”
Bain’in raporunda, Çevre Toplum Yönetişim (ESG) yatırımcılarının başlangıçtaki çatışmacı stratejilerinin geldiğimiz noktada enerji ve doğal kaynaklar sektörlerindeki ESG odaklı hedeflerin çoğalmasına yol açtığı ve bu yatırımcılarla enerji şirketleri arasındaki ilişkilerin bir dönüm noktasına yaklaştığı kaydediliyor. Rapora göre bundan sonraki aşamada iş birliği öne çıkacak ve enerji ve doğal kaynaklar alanındaki oyuncular enerjideki dönüşümü destekleyecek yeni varlık ve altyapı yatırımları yapmak için fon sağlamak adına geleneksel iş yapılarından gelen güçlerini tamamen kullanmak durumunda kalacaklar. Bu süreç biyolojik hammadde üretimi, yenilenebilir elektrik üretimi, hidrojen elektrolizörler, elektrikli araçlar için şarj altyapısı ve atık geri dönüşümü gibi destekleri kapsayacak.
Bu duruma rağmen, Bain’in yeni araştırması son on yılda yatırımcıların başka sektörleri daha cazip bulduklarını gösteriyor. Enerji, altyapı ve hammadde sektörlerindeki şirketler 2010 yılında S&P 500’ün %30’unu oluşturuyorlardı. Ancak payları 2020 sonu itibarıyla %16’ya düştü. Önde gelen beş petrol ve gaz devi 2015 yılından bu yana piyasa değerlerinden toplu halde 200 milyar ABD doları kaybettiler. Ayrıca iklim odaklı daha fazla teklif onaylayan kurumsal yatırımcılar da enerji ve doğal kaynaklar şirketlerine daha az yatırım yaptılar.
Prioreschi açıklamalarına şöyle devam etti: “ESG yatırımcıları karşı bir tutumdan savunucu bir yaklaşıma geçip, değişim için iyi bir yol haritası ortaya koyan büyük oyuncuların arkasında durarak ve karbon salımlarını azaltmak yönünde elle tutulur adımlar atan şirketleri ödüllendirerek sürdürülebilirlikteki ivmeyi destekleyebilirler.”
Raporun devamında da, ESG yatırımcılarının bazı durumlarda halka açık şirketlerin bir süre için tamamen veya kısmen özelleşmelerine yardımcı olarak, aksi takdirde çok daha zor geçebilecek geçiş sürecini hızlandırabilecekleri ifade ediliyor.
Enerji ve doğal kaynaklar sektörlerinde dekarbonizasyon için gerçekçi yolu bulmak
Enerji ve doğal kaynaklar şirketlerinin yarısı enerjideki geçişi stratejilerinin merkezine yerleştirdiler. Bu şirketlerden birçoğu, 25-30 yıl içerisinde sıfır karbon salımı hedefleri belirlemelerine rağmen, özellikle petrol, doğalgaz, madencilik ve enerji altyapı şirketleri iklime yönelik taahhütleri konusunda diğer sektörlerin gerisindeler. Bu durumdan dolayı, sektördeki öncü şirketlerin ilerleme konusunda doğrulanabilir göstergelere dayalı gerçekçi bir yol haritası çıkartmaları ve üst yönetici ücretlerini ESG ile ilişkili göstergelere bağlamak gibi spesifik çözümleri benimsemeleri büyük önem taşımaktadır.
Avrupa Yeşil Mutabakatı ve Türkiye üzerindeki potansiyel etkilerini anlamak
Avrupa Birliği sınırları içerisinde 2050 yılında net sıfır karbon salımı hedefini desteklemek ve ekonomiyi sürdürülebilir kılmak amacıyla hayata geçirilen “Avrupa Yeşil Mutabakatı (EU Green Deal)” kapsamında 2021 yılından itibaren uygulanmak üzere öneri olarak getirilen “Sınırda Karbon Düzenleme Mekanizması (CBAM)”, AB’nin ana ihracat ortaklarından biri olan ve otomotiv, makine, tekstil, çimento, çelik, tarım vb. mevcut karbon emisyonu yüksek sektörlerin ekonomi bakış açısıyla ön planda olduğu Türkiye açısından da yüksek önem teşkil etmektedir. Bain & Company Türkiye Yönetici Ortaklarından Volkan Kara, Türkiye’nin enerji dönüşümü özelinde yaptığı açıklama kapsamında, “2019 senesi itibarıyla elde edilen verilere bakıldığında Türkiye’nin GSYİH başına düşen emisyon açısından AB ortalamasının biraz üzerinde olduğu görülmektedir. Bu durum, CBAM mekanizması hayata geçtiğinde, Türkiye önümüzdeki dönemde daha yeşil bir ekonomiye dönüşümü gerçekleştirirken hızlı büyümeyi sürdürmek gibi zor bir denklemi yönetmek zorunda kalacak. Maliyet odaklı rekabet, önümüzdeki dönemde firmaların sadece geçmişten günümüze sahip oldukları yetkinliklerin ötesinde operasyonlarındaki karbon ayak izini de ne ölçüde azaltabildikleriyle paralel olarak şekillenecektir. Günümüzde, EPDK’nın yenilenebilir enerji tüketimine yönelimi artırmak adına yürürlüğe koyduğu YEK-G (Yenilenebilir Enerji Kaynakları Garanti Belgesi) Sistemi gibi uygulamalar ile ülke olarak dönüşüm yolculuğunda ilerlemekteyiz. Mevcut durumda 2030 ve sonrası için sera gazı emisyonlarını azaltma hedeflerimiz çok net olmasa da, yaptığımız çalışma sonucunda 2050’de net sıfır karbon salımı hedefine ulaşmanın Türkiye için 7 trilyon euro üzerinde bir yatırım gereksinimi oluşturacağını görmekteyiz” değerlendirmesinde bulundu.
Düşük karbonlu hidrojenin potansiyelini hayata geçirmek
Geleneksel azaltma stratejilerinin tek başına net sıfır karbon salımı hedefine ulaşmak için yeterli olmadığı giderek daha iyi anlaşılmakta ve net sıfır salımını zamanında gerçekleştirmek için ek inovasyonlar gerekeceği görülmektedir. Günümüzde hidrojen en umut vaat eden inovasyon olarak ön plana çıkmaktadır.
Bain & Company araştırmasında hidrojen pazarının mevcut duruma göre iki mislinden daha fazla artacağı, 115 milyon tondan 2050 itibarıyla yaklaşık 300 milyon tona yükseleceği, tahmininde bulunuluyor. Günümüzde hemen hemen bulunmayan düşük karbonlu hidrojenin 2050’de pazardaki arzın çoğunluğunu oluşturacağı tahmin ediliyor.
Değer yaratmak için yeni pazarlara ulaşmak
Önde gelen doğal kaynaklar şirketleri temel işlerine olan ihtiyaçlarıyla, müşterilerin gelişen ihtiyaçlarını karşılayan yeni büyüme kaynakları yaratmak arasında denge sağlamak zorunda kalacaklar. Bu konuda şu iki örnek verilebilir:
- Araçlarda egzozdan pillere geçiş: İçten yanmalı motordan elektrikli araçlara geçiş tedarik zincirlerinde birbirlerini tetikleyen etkilere yol açıyor. İçten yanmalı motorlarda kimyasal katalizörlere dayanan egzoz sistemlerinin hacimleri zirve yapmış olabilir. Günümüze kadar, sert mevzuatlar otomobil üreticilerini daha fazla kimyasal katalizör kullanmaya zorlamakta ve bunun sonucunda ortalama araç başına değer artmaktaydı. Sonuç olarak egzoz sistemlerindeki kimyasal katalizörlerin toplam değeri 2010’dan bu yana her sene %7 arttı. Ancak önümüzdeki beş yılda yıllık büyümenin yavaşlayarak %2’ye düşmesi bekleniyor ve sonrasında da global pazarın küçülebileceği ifade ediliyor. Toplam içten yanmalı motor pazarının 2028’de pik noktaya ulaşacağı ve 2040 itibarı ile pilli elektrikli araçların global araç filosunun %35’ini oluşturacağı tahmin ediliyor.
- Değişen beslenme rejimine karşılık vermek: Toprağa dayalı hayvansal proteinler, tarımdaki sera gazı emisyonlarının yaklaşık %14,5'ini ve dünya çapında gıda ile ilgili tüm sera gazı emisyonlarının %80'ini oluşturarak doğal kaynaklar üzerinde büyük bir zarara neden olmaktadır. Günümüzde, bu toprağa dayalı hayvansal proteinleri elde etmek için gıda üretimine ayrılan suyun dörtte biri ve toprağın %80 kullanılmaktadır. Buna karşın, bitki bazlı süt ürünleri ve et alternatifleri gibi protein üretimindeki yenilikler zaman içerisinde bu kaynak yoğunluğunu azaltabilir. Proteinin geleceğinin büyük ölçüde yeni teknolojileri içermesi muhtemeldir ve bu teknolojiler rekabetçi maliyetlere ulaştıkça, 2030 ve 2035 yılları arasında, protein alternatiflerinin ABD’deki hayvani protein tüketiminin %15 ile %35’i arasında bir kısmının yerini alması beklenebilir.
Enerji kaynaklı tedarik zincirlerini dönüştürmek için gelecek nesil yetenek ve teknoloji gerekiyor
Enerji ve doğal kaynaklar sektörlerinde ön cephelerde çalışanlar işin gereksinimlerinden dolayı teknik açıdan daha bilgili hale geliyorlar. Geliştirilen yeni sistemler giderek daha karmaşık hale geldikçe, çalışanlar da bunları anlamak ve üretkenliği azami düzeye çıkartan dijital sistemlerle çalışabilmek için yeniden eğitiliyorlar.
Bain araştırması, enerji ve doğal kaynaklar şirketlerinde çalışan üst düzey yöneticilerin yarısından fazlasının talep tahminlerinin doğruluğu konusundaki tatminsizliklerini vurgulamaktadır. Bu duruma çözüm olarak, gelişmiş tahminleme yaklaşımları ve karmaşık talep modelleri daha doğru planlama gerçekleştirmeyi teşvik edecek ve tedarik zinciri operasyonlarının karbon ayak izinin azaltılmasını sağlayacaktır. Benzer şekilde, yeni bir akıllı otomasyon dalgası, gerçekleştirilmesi zor, tehlikeli veya hassas yaklaşımlar gerektiren işleri daha esnek bir şekilde yönetmek için yapay zeka ve nesnelerin interneti (IoT) sistemlerini kullanacaktır. İçinde bulunduğumuz bu değişim, sıklıkla daha açık ve değişken ortamlarda operasyonlarını sürdüren enerji ve doğal kaynaklar endüstrilerinde daha fazla otomasyonun yolunu açmaktadır.