Header Reklam
Header Reklam

Türkiye İklim Krizi ile Mücadelede Hep Aynı Şarkıyı Söylüyor

30 Kasım 2022 Dergi: Kasım-Aralık 2022

Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanı Murat Kurum, COP27 toplantılarının ikinci haftasında organize edilen Bakanlık Oturumu’nda Ulusal Katkı Beyanı’nın güncellendiğini duyurdu. Buna göre Türkiye, 2030 için hedefini, yüzde 41 artıştan azaltım olarak açıkladı. COP 27’de ülkeler nezdinde açıklanan hedeflerin pek çoğu için “topu taca atıyor” yorumu  yapıldı, buna Türkiye de dahil. Söz konusu hedefin detaylarına indiğimizde karşımıza, Türkiye’nin emisyonunu 2030 yılında 693 milyon ton civarında sınırlandırmayı öngördüğü çıkıyor. Bir başka deyişle Türkiye, 2020’de 523 milyon ton olan emisyon seviyesini 2030’da yüzde 33 oranında artırmış olacak. Verilen hedefin içeriği bize şunu sunuyor: Emisyonlar 2038 yılından sonra azalmaya başlayacak. Burada WWF-Türkiye’nin değerlendirmesine kulak vermek gerekiyor: “‘2053’te net sıfır emisyon’ vizyonuyla uyumlu olmayan bu hedef, ülkemizin enerji dönüşümünü geciktirirken iklim kriziyle mücadelenin ve iklim krizine uyumun maliyetini artıracak. COP27 öncesinde WWF-Türkiye’nin de aralarında bulunduğu 17 sivil toplum kuruluşu tarafından yapılan çağrı, Türkiye’nin 2053 net sıfır vizyonu doğrultusunda 2030 için en az yüzde 35 oranında mutlak azaltım hedeflemesi gerektiğini ortaya koymuştu”. 

İşin yenilenebilir enerjiler boyutuna baktığımızda, açıklanan beyanın, yenilenebilir enerjiye geçişle sağlanacak sistemsel dönüşümün ekonomik ve toplumsal faydalarından yararlanma hususunda bir mahrumiyet yaratacağı yorumunu yapabiliyoruz. Greenpeace Türkiye buna dair şöyle bir açıklama yaptı: “Bu beyan, hali hazırda oranı yüzde 78 olan olan petrol, kömür ve gaz ithalatına devam anlamına geliyor. Güneş ve rüzgâr enerjisi, kömürden 5 kat daha yüksek istihdam potansiyeli barındırıyor. Açıklanan katkı beyanı ile Türkiye, 2030’a kadar güneş enerjisinde 71 bin, rüzgâr enerjisinde 141 bin ek istihdama sırt dönmüş oluyor”.

Greenpeace Türkiye olayın bir de sağlık maliyeti boyuna değiniyor ki bu da son derece kritik bir detay: “Aynı zamanda bu beyan, yakıt ekonomisinin yarattığı sağlık maliyetlerinin yükseleceği anlamına geliyor. 2019 yılında Türkiye’de işletmede olan 100 MW üstü kurulu güce sahip kömürlü santrallerden kaynaklanan emisyonların, ülke bütçesinde 5,88 milyar euro sağlık maliyetine neden olduğu hesaplanıyor. Bu 2019’daki tüm sağlık harcamalarının yüzde 27’sini oluşturuyor”. 

Ciddiyet... İklim krizi ile mücadele konusunda hem yerel hem de globalde listenin en tepesine yazılması gereken kavram bu. İklim değişikliğinin yarattığı ve maalesef yaratacağı sorunlar gün gibi ortadayken ülke yönetimlerinin istikrarlı bir şekilde sürdürdükleri “kulağının üzerine yatma” stratejileri kabul edilebilir değil. İnsan, fani. Dünya ise var olmaya devam edecek. Kritik soru şu: Biz bu var oluşu yıkmaktan mı yanayız, yoksa güçlendirmekten mi?

Bir sonraki sayıda görüşmek üzere...



Slider Altına