İklim Konusunun Ana Başlığı 'Vaat' Değil 'Gerçekçilik' Olmalı
İklim değişikliği ve beraberinde yaşanan doğa olayları, bu işin iklim romantiklerinin bir hezeyanı olmadığı, esasında son derece tehlikeli bir durum olduğu gerçeğini gün gibi ortaya koyuyor.
Peki, bunun önüne geçmek için neler yapılıyor?
Dergimizin bu sayısında özet halini verdiğimiz SEFiA’dan Bengisu Özenç’in hazırladığı “Çelişkiyi Aşmak: Türkiye’nin Yeşil Devrimi ve Yeni Kömür Yatırım Planları” raporunda oldukça çarpıcı bilgiler veriliyor. “Paris Anlaşması’nın ana hedefi olan küresel sıcaklık artışını 1.5 °C sınırının altında tutmak üzere yüzyıl ortası itibarıyla net-sıfır hedefi belirleyen ülkelerin sayısı gittikçe arttı. UNFCCC sekretaryasının 31 Ekim 2021 tarihinde yayımlamış olduğu sentez raporunda yeni ulusal katkı beyanı (Nationally Determined Contributions-NDC) bildirmiş olan 113 ülkenin 70’inde yüzyıl ortası civarında net-sıfır olma hedefinin yer aldığı raporlandı. Net sıfır hedefi açıklamış ancak bu kararı henüz ulusal katkı beyanlarında ya da diğer ulusal hukuk çerçevesinde ele almamış olan açıklamalarla birlikte düşünüldüğünde toplam ülke sayısı 136’ya ulaşıyor ve bu hedefler küresel emisyonların %88’ini, ekonominin %90’ını, nüfusun ise %85’ini kapsıyor.
Bu açıdan, 1,50 °C hedefi için bu sözlerin anlamlı bir büyüklüğü ifade ettiği söylenebilir”.
Özenç bu noktada “Net-sıfır hedefleri ne kadar gerçekçi?” sorusunu soruyor. Cevabı şu: “Netsıfır hedefi gittikçe yaygınlaşan bir hedef olmakla birlikte, alınması gereken iddialı kararları ertelemesi bakımından da eleştiriliyor. Bu hedefin anlamlı olabilmesi, ancak 2030 gibi orta vadeye giden yoldaki adımların net bir şekilde ifade edilmesi ve izlenmesiyle mümkün. Bu kapsamda 2050 net- sıfır patikasının adımları özellikle enerji sektörü için artık oldukça açık. Nisan 2021’de Uluslararası Enerji Ajansı (International Energy Agency – IEA) tarafından yayımlanan ‘2050 Net-Sıfır Patikası’ raporunun kömür özelindeki tarihleri bize ‘bugün’ itibarıyla yeni bir kömür yatırımı yapılmaması, kömürden elektrik üreten santrallerin gelişmiş ülkelerde 2030, dünyanın geri kalanında ise en geç 2040 yılında kapatılması gerektiğini çok net bir şekilde ifade ediyor. İzlenmesi gereken patika bu kadar net bir şekilde belli iken; önümüzdeki dönemde enerji politika ve yatırımlarının bu patika ile çelişecek alanlara yönelmesinin, bu kararların iklim hedeflerinin ciddi şekilde riske atılması pahasına alındığı anlamına geleceği de oldukça açık”.
Özenç’in sorduğu bu soruya ilk etapta cevap bulamasak da cevaplar aramak oldukça önemli. O kadar çok koldan ve o kadar detaylı bir arama yapılmalı ki bulunan cevap “en iyisi” olmalı. Hem kişisel hem toplumsal hem de siyasi tarafta katılımın olduğu ortak bir cevap olmalı. Vaatlerin değil, gerçeklerin peşinden koşmalı. “Sürdürülebilir” ve dahası “yaşanabilir” bir dünyanın formülü budur.
Yeni Enerji Dergisi